Evlilikte  “ilgi” meselesi içinden çıkılması en zor konulardan biridir. Zira ilgi  kavramının anlamı kişiye göre değişiyor. Kimi ufacık bir jest gösteren  eşinden memnun olurken kimi de bir ömrün her anının kendine ayrılmasını  bekliyor. 
 
Beklentilerin farklılığı gibi karşılanma şekli de farklı  olunca durum tam bir muammaya dönüşebiliyor. Haliyle şikayetler de türlü  türlü oluyor ve ardı arkası kesilmiyor. Mesela beklentilerinin  karşılanamamasından dem vuran kadınların “Eşim bana hiç değer vermiyor,  onun için yaptığım onca fedakarlığa rağmen ‘Sen ne yapıyorsun ki’ diyor  bir de üstüne” sözleri pek çoğumuza tanıdık gelir. Yahut beyler  eşlerinin bu sitemlerine karşılık hemen savunmaya geçerek başlalar  sıkıntılarını anlatmaya: “Ne yapsam memnun olmuyorsun, hep daha  fazlasını arzuluyorsun. Sürekli sevgi, alaka istiyor, her şeyi beraber  yapalım diyorsun…” İlişkide şikayet eden taraf değişse de şikayetler  aynı oluyor çoğu zaman. Bir türlü memnun olamayan karı koca, ne  birlikteliklerinden bir tat alıyor ne de ayrı geçirdikleri zamanın  keyfine varıyorlar. 
  
BAĞLI MIYIZ YOKSA BAĞIMLI MI?
Eşlerin  bu tarz tutum ve beklentilerinin birbirlerini hayatın merkezine  almalarından kaynaklandığına dikkat çeken psikolojik danışman Fatma  Ülger; tek vücut, tek zihin, tek ruh olmaya çalışılan ilişkilerde  “bağımlılık” oluştuğuna özellikle vurgu yapıyor. Tüm o zorlu süreçlerin  ve stresin ardından birlikte bir hayata merhaba diyen karı koca bir anda  tüm hayatlarını eşlerine adayabiliyorlar. Evlilikte normal olan pek  tabi eşini düşünmektir, fakat ipin ucu kaçınca bir de bakıyoruz ki kadın  kocası olmadan hiçbir iş yapamaz olmuş. Ne eski arkadaşları ile  görüşüyor ne de kendine bir meşgale ediniyor. Her şeyi birlikte yapmak  arzusu ile sürekli eşine söylenip sitem ediyor. Ya da tam aksine, erkek  yapıyor aynı şeyi. Eve geldiği andan itibaren her işi eşi ile beraber  yapmak istiyor. Kadının işi, temizliği, yemek yapma telaşı var mı diye  düşünmeden “Neden yanımda oturmuyorsun, sonra yap, şimdi gitme” vb  nedenler ile eşinin işlerini sürekli erteliyor. Pek çoğumuza tanıdık  gelen bu örnekler ne yazık ki ilişkimizi kör eden en büyük hastalığın  sinyalini veriyor bizlere; “eşini hayatın merkezine alma” hastalığı…
  
İnsanın  kendine ait bir alanı olması gerektiğinin altını çizen psikolojik  danışman Fatma Ülger, eşlerin birbirlerini merkez yapmalarının zamanla  saplantıya dönüştüğüne dikkat çekerek ekliyor: “Eşler bağımlı olmaya  başladıklarında gölge gibi takip ederler birbirlerini. En küçük  kararları alırken dahi eşine sormadan yapamazlar. Bu nedenle bağımlı  kişi eşini kendi gölgesine almak, burada tutmak ister. Çiftin başbaşa  geçirdiği zaman artar, ancak arkadaşlar ve aileler ile iletişim azalır,  iletişim çemberi daralır. Bu durum, bireylerin birbirine olan  mecburiyetlerini arttırabilir. Kişi beynini ‘O benim her şeyim, ben  onsuz yapamam, onsuz olmayı hayal edemiyorum’ gibi gerçekçi olmayan  düşüncelerle doldururken; bir taraftan da yaşadığı ilişkinin bitmemesi  için mükemmel eş olmak, her türlü beklentiyi karşılamak, her anını  doldurarak başkasına muhtaç olmamasını sağlamak gibi eylemleri  gerçekleştirmeye girişir.  Hatta onu hemcinslerinden uzak tutmaya da  çalışabilir. Ayrılık düşüncesine dahi tahammül edemez.”
  
EŞLER BİRBİRİNE NEFES ALDIRMALI
Bu  durumun neticesi olarak da hem her anı beraber geçirme arzusunda olan  hem de birbirinden bunalıp kendine çıkış kapısı arayan mutsuz, huzursuz  ve en önemlisi kendine ait “kimlik” özleminde olan eşler meydana gelir.  Üstelik merkeze alma düşüncesi çiftlerden her ikisi için de geçerli  değilse çok daha vahim bir tablo oluşur. Bir tarafta kendine ait alanın  olması için çırpınan kadın yahut erkek, öte yanda “Sen benim  merkezimsin” diyen bir eş olursa ilişkiler kopma noktasına dahi  gelebilir. Düşünelim bir kere, bazı şeyleri yalnız yapmak isterken  eşimizden sürekli “Ben her şeyimi seninle yapıyorum, sen neden beni  dışlıyorsun? Artık beni sevmiyor musun, benden sıkıldın mı?” tarzı  cümleler duyuyoruz. Yapmaya çalıştığımız tek şey biraz kendimize zaman  ayırmak halbuki. Birlikte geçirilen zamanların kıymetini daha iyi bilmek  için ara sıra ayrı işlerle meşgul olmak… Fakat karşı taraf bu tavrımızı  vurdumduymazlık, sorumsuzluk, sevgisizlik olarak algılıyor. Çünkü onun  “merkez üssü” tam olarak biziz; biz onun için “her şeyiz.” Biz olmadan  nefes aldığını dahi düşünemiyor. Her işi bizimle yapmak istiyor. Ve bu  tavrının doğruluğundan öyle emin ki aynını bizden de bekliyor. Hatta  öyle abartıyor ki bu durumu, o çok sevdiği, onsuz yapamayacağını iddia  ettiği eşini, benliğinin içinde boğuveriyor. Böyle bir durumda kalan  eşin kaçmaya çalışması da çok normal oluyor. Tek kaygısı birazcık “nefes  almak” olan eşe verilen tepkiler ise ne yazık ki kırgınlıkları  beraberinde getiriyor.
  
FEDAKARLIKLARI KİM İÇİN YAPIYORUZ?
Durumu  iyice abartarak eşine olan ilgi ve sevgisinden anne babasını,  akrabalarını, sosyal çevresini tamamen dışlayan hanımlar ya da beyler  ise eşlerinin gölgesi olma adına kendilerinden ödün verebiliyor. Üstelik  de asla böyle bir beklentisi olmadığı halde yaptığımız bu tarz  fedakarlıklar(!), bir süre sonra eşimiz için rutin bir hareket olarak  algılanmaktan öteye geçmiyor. Normal zamanda eşimizi şımartabilecek  yahut mutlu olmasına vesile olacak davranışlarımız aşırı ilgi ve  alakamız sebebi ile değerini yitiriyor. Mesela tüm hayatını sadece ve  sadece eşine adamış bir kadın, aynı davranışı eşinden göremeyince “Ben  senin için saçımı süpürge ettim. Bugün arkadaşlar gezmeye gittiler ama  ben senin iç çamaşırlarını bile ütülediğim için gitmedim” diye sitem  ederken eşinden “Yapacaksın tabi, bu senin görevin” yanıtını  duyabiliyor. Yahut bir erkek “Yine mutsuz görünüyorsun, halbuki ben maç  bile izlemedim birlikte sohbet edelim” deyince hanımından “İzleseydin”  diye bir cevap alabiliyor. 
  
Yani  eşler kimi zaman bazı hareketlerinden ödün verirken ve bunu karşı taraf  için yaparken eşlerinin bunu talep etmediğini unutuyor. Ardından da  davranışları karşısında benzeri bir tutum göremeyince fedakarlılarını  dile getiriyor. Halbuki  eşini hayatının tam ortasına koyup aşırı ilgi  bekleyen ve bunun için de aşırı ilgi gösteren hanım ya da bey bunun  eşinin isteği olmadığını, kendi öyle uygun gördüğünden,  bağ(ım)lılığından ötürü bunları yaptığını idrak etse,  yaptıklarına  karşılık beklentide de olmayacaktır. Çünkü fedakarlık karşılık  beklemeden yapılandır. Yapılan iyiliğin karşılığında beklentiye girmek  ise o işi esasında kendimizi mutlu etmek, onore etmek ve en önemlisi  eşimizin takdirini kazanarak hayatımızın merkezine doğru insanı  aldığımızı kendimize ispat etmeye çalışmak demektir.
  
EŞLER “AYRI BENLER” OLDUKLARINI UNUTMAMALI
  İtidalli bir ilişki ve  sorunsuz bir beraberlik için eşlerin birbirlerine karşı tutumlarının çok  önemli olduğunu söyleyen psikolojik danışman Fatma Ülger güzel bir  birliktelik için eşlere ipuçları veriyor: “Evlilikte kadın ve erkek  birbirini tamamlayan unsurlardır. Motivasyon tekniklerinde ‘İnsan  yelkenli gibi mi olmalı, yoksa vapur gibi mi?’ diye sorulur. Yelkenli  dış etkilerle ilerlerken, vapur enerjisini kendi içinden alır. Kişi  yelkenli gibi olursa rüzgar olmadığı zaman ortada kalır. Vapur gibi iç  enerjisi ile yoluna devam ediyorsa dış etkilerin olumsuzluklarına  direnir. Eşler işte bu yüzden biz demeli, ancak ‘ayrı benler’ olduğunu  da bilmeli. Birbirlerini tanımalı ve değiştirmeye çalışmamalı.  Ailelerdeki farklı kültür yapılarını eksiklik değil zenginlik olarak  görmeli. Ailelerinden, sosyal çevrelerinden, uzaklaşmamalı. Sağlıklı bir  evlilik; tüm beklentilerini ve mutluluğunu eşine bağlamak yerine,  kendisine ait bir yaşam alanı oluşturmaktan geçer. Bu nedenle birlikte  durun ama birbirinize yapışmayın, bağlanın ama bağımlı olmayın.  Unutmayın, aranızda öyle boşluklar bırakın ki cennet rüzgarları  aranızdaki boşluklardan geçebilsin.”
  
KOCAMA SINIRSIZ FEDAKARLIK YAPIYORDUM
 İnsanın kendine ait  sınırları belirlemediği bir ilişkide esen her rüzgarın kişiliğimizi  sarsacağına vurgu yapan Süreyya Hanım 45 yıllık evliliğindeki  tecrübelerini şu sözlerle anlatıyor:“Evlilik koskoca bir umman gibidir.  Sınırlarını belirler de set çekerseniz ne ala. Yoksa bir de bakarsınız  ki sizin sınırlarınızda bir başkası dolaşmaya başlamış. Biz ilk  evlendiğimizde ben sınırsız fedakarlık(!) yapıyordum kocama. Yok yemek  üç çeşit olsun, yok her işim dört dörtlük olsun, ütüsüz kıyafet  kalmasın, etrafta toz dolaşmasın derken iki yıl geçti. Üstüne bir de  oğlumuz doğdu. Benim koşuşturmam daha da arttı haliyle. Eşim de asker  adam. Bazı geceler nöbette oluyor, disiplini ve yoğunluğu bol bir ortam.  Akşam eve gelince bitap düşüyor koltuğun üstünde. Bu durumu da  kabullendim bir süre, fakat sonrasında canım sıkıldı ve eşime sürekli  baskı yapmaya başladım. ‘Senin hiçbir şeyini eksik etmiyorum, kimselerin  yapmadığını yapıyorum da sen neden aynını bana yapmıyorsun? Madem ben  tüm gün senin için didiniyorum, öyle ise sen de akşamlarını bana  ayıracaksın’ diye söylendim durdum. 
  
Bir  dedim, iki dedim, en sonunda patladı kocam. ‘Ben mi diyorum sana tüm  bunları yap diye, istemiyorsan yapma hiçbirini. Yok, eğer gerçekten  benim için yapıyorsan yaptığın her işi dile getirip de ne diye kıymetsiz  ediyorsun kendini. Senin gibi düşünecek olursak ben de tüm gün senin  için çalışıyor, yoruluyorum; sürekli bunu başına kakıyor muyum?’ dedi. O  an dondum kaldım. Ne diyeceğimi bilemedim. Sonra kendi kendime  düşününce fark ettim ki kendime ait hiçbir şey bırakmamışım hayatımızda.  Tamamen eşime adamışım kendimi. Üstelik de benden böyle bir talebi  olmadığı halde. Sonra da yaptığımı fedakarlık addedip aynısını bana  yapmıyor diye gönül koymuşum ona. Oysa iki önemli noktayı göz ardı  ediyormuşum. İlki; fedakarlık yapıyorsan gerçekten, bunu dile  getirmeyecek, yaptığın işin takdirini Rabbi’nden bekleyeceksin. İkicisi  de bazı şeyleri bir anda tüketmemek gerekiyor. Şayet insan itidalli olan  ölçüde davranır, ara sıra farklılıklar yaparsa bu karşı tarafın  takdirini topluyor. Ama dünyevi ve uhrevi her alanda ödün vererek,  kendini yıpratmak pahasına, gerekmediği halde her işe koşturursan karşı  taraf normal olanın bu olduğunu düşünüyor. İşin kötüsü de normal  şartlarda mükemmellik sayılacak bu davranışlarınız rutin hale geldiği  için, eşiniz bunlarda bir aksama görünce hemen söylenmeye başlıyor. 
  
Her  neyse, sonuç olarak eşimin o uyarısı ders oldu bana. Ne kendimi bu  denli yormaya ne de eşimi aynını yapmıyor diye suçlamaya hakkım  olmadığını anladım. Boşluktan işe güce dadandığımı fark edip hemen bir  sohbete gitmeye başladım. Çoluk çocuk, arkadaşlar, sohbet derken benim  de bir hayatım oldu. O gün bu gündür gücümüzün yetmediği işe uzanıp da  kendimizi yormuyoruz. Gerçekten birbirimiz için iyi bir şeyler yaptıysak  da bunu ‘teşekkür’ duymak için değil muhabbetten yapıyoruz. Böyle  olunca takdirler de teşekkürler de kendiliğinden geliyor zaten…”
HAYATA DAİR Romantizm ve Aşk Şiirler Güzel ve Anlamlı sözler.Dostluğa Dair Yaşanmış Aşk Hikayeleri Genel Sağlık haberleri Oyun Vizyona Girecek Yeni Filmler Kamupersonel ve İşçi Alımları Moda, ve Kadının Türk Toplumundaki yeri Teknoloji İletişim Daha Neler Neler
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Astroloji bakımından çok şey öğrenebileceginiz bir site bi ziyaret edin derim.
http://www.gulsenkayikci.com/
- 
Dünya Günü gelip çattı ve Google bu özel organizasyonu hatırlatmak için yeni logosunu yayınladı. Peki, Dünya Günü nedir? Hangi amaca hizm...
 - 
Çöpçatan sitesi OKCupid'in yaptığı araştırmaya göre paylaşım sitesine sık girenler daha kısa ilişkiler yaşıyor. Sitenin kullanıcıların...
 - 
Ünlü sosyal paylaşım sitelerinden Twitter, ana sayfa tasarımında değişikliğe gitti. Bu değişim ne anlama geliyor? Gelin ana...
 
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder